27 Mayıs 2009 Çarşamba

viski

bir gün bir köpeğim olursa adını viski koyarım.
en güzel zamanımda, en çirkin zamanımda hep viski var/dı bardağımda

kalabalık bir camden town gecesinde mesela
eve hangi otobüsle döneceğimi düşünürken
yalnız odamda sonra
otururken
bir temmuz akşamı 12 metrekare oda kokteylinde
whateverla, tavukla, cipsle, kolayla, limonatayla
sincaplı bir masalda
sevgilimin koynunda
çarşafta belki
rüyamda hatta
tırnağımdan kirpiğime
sinirimde, sevincimde
mutluluğumda, nefretimde
hep viski vardı elimde.

"şşşt" dedim kendime "sus artık aşk yok"
"aşk yok, söylenme, dertlenme"
"sol tarafı boş yatağının"
"yok yok" dedim "sol bileğim"
yok derken bile
viski vardı masamda, ısınmış.

benden saklanıyor olmalı, belki de hiç sevmedi
bu kadar hatasız olabilirmişim, şaşıyorum şimdi
düşünüyorum
üzdüğüm herkesi
parlak ekranımda bir sinek, gözlerim yine dolu
geceleri zaman daha yavaş akıyor sanki
ne yapıyordur şimdi?

belki de viski
yok yok,
ama evet
sadece viski.

26 Mayıs 2009 Salı

uzak

"Uzak dur benden" dedi.
"Ne kadar uzak" diye soramadım.
Bir pirinç tanesi kadar mı, bir fersah mı, güneş mi, ay mı, gençlik mi, yarın mı, ne kadar uzak.
2 düşünce arası mı, geçmişle gelecek ya da bir kapı arası mı, iki göz arası mı, ne kadar uzak.
El elden ayrılır kokusu kalır, taş kayadan kopar dokusu kalır, cümle biter sorusu kalır, ama ne kadar uzak?
Sevmek mi daha zor unutmak mı, güvenmek mi zor boşvermek mi, inanmak mı zor vazgeçmek mi, gelmek mi zor kalmak mı, zor olan güzeldir, içli bir şarkı, ama ne kadar uzak.
Başım yana eğik, gözlerim dolu, papaz erik ve bir su bardağı rakı, penceremden görünen dağlar ve sabah, daha ne kadar uzak.
Küçüklüğümden beri parmaklarıma baktım, parmaklarım değişmiyor, acılar çekiyorum, sevinçler yaşıyorum parmaklarım değişmiyor, kulaklarım aynı ama gözlerim, ne kadar uzak.
Kıskançlık bir yangın olsun, sözleri birer köz, harlanıp duruyorum belki, gülüşü bir damla su, yine de ne kadar uzak.
Söylenen söz geri alınmaz, dil yarası geçmez, sevmekte gurur olmaz, ve şefkat, ne kadar uzak.
Bir sabaha karşıymış, buz gibi, önümüzde bir göl, bir deniz ya da bir okyanus, omuz omuzayız, ne kadar uzak.
Sevmek iplerini kaybetmekse şimdi, bir uçurtma gözden kayboldu gece vakti, bir yıldıza takıldı, şimdi mutlu belki ama bir çocuk çok ağladı ardından, ne kadar uzak.
"Uzak dur benden" dedi.
Sessizliğin onay sayıldığı bir yaşamaktı içimdeki o zaman, benim olmayan bir karar, bir şimşek, ağzımı açtım sesim çıkmadı, derler ki hiçbir ses kaybolmaz sonsuzda, sana aşkımı fısıldadığım sakin sıradan gece, kollarım boynuna dolanmış, ne kadar uzak.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

erkekler

2 tür erkek vardır dünyada: kadınları seven ve kadınları sevmeyen.

kadınları seven erkek kadınlarla nasıl konuşması gerektiğini bilir, kadınların yanında nasıl davranacağını, onların coşkusunu, mutluluğunu, üzüntüsünü nasıl paylaşacağını bilir. kuralına göre oynar ve kazanır kendi içinde. karısı da mutlu olur nihayet, sevgilisi de, annesi de, kardeşi de, patronu da, arkadaşı da. etrafındaki bütün kadınlar memnundur hallerinden. ta ki gökten bir elma düşene kadar, bir cam kırılana kadar, ağızdan bir söz kaçana, değişmiş ses tonuna, yakalanmış zavallı bir mesaja kadar. o zaman bile kurtulur "kadınları seven" erkek, canı sıkılır belki, üzülür en fazla. ama arkasında kalan kadınlar kavgaya tutuşur. birbirlerini dinlemeden konuşmaya çabalarlar. birbirlerinin üstün özelliklerini, zayıf noktalarını, güzelliklerini ve çirkinliklerini bulmaya çalışırlar. erkek ise bir kadın dosta, yeni bir kadın arkadaşa sığınmıştır çoktan. zevktir, neşedir, zekadır, albenidir, karizmadır, eğlencedir, sıcaktır, tatlılık, yakınlık, yakışıklılık, sempatidir o.

kadınları sevmeyen erkekse diğeridir, kısaca yazdıklarımın dışında kalan her şey.

22 Mayıs 2009 Cuma

yazlık kışlık

eskiden büyük olay olurdu yazlık kışlık yapmak. aylarca giydiğimiz kazaklar hurçlanır, içine naftalin serpilirdi. ben hayranlıkla annemin yanında otururdum o hurçların fermuarını kapatmaya çalışırken, külotlu çoraba sıkıştırılmış bir tutam naftalin burnuma dayalı. sonra evimiz büyüdü, gardıroplarımız ayrıldı, küresel ısınma derken yazlık kışlık farkı ortadan kalkmaya başladı, biz kazaklarımızla tişörtlerimiz yan yana raflardayken onları izlemeye koyulduk.

ev başımızı soktuğumuz yer, korktuğumuzda sığındığımız yer, yorulunca geldiğimiz, ağladığımız, uyuduğumuz yer. benim evim neresi bilmiyorum esasen. evim içimde geziyorum sanki. dekorasyon dergilerine, dizilerdeki evlere, antikacılardaki koltuklara ve mağazalardaki plazmalara, kütüphanelere hayran oluyorum evet ama sahip değilim hiçbirine. hayallerini taşıyorum sadece.

izmir'deyim yine. annem yazlık kışlık yapıyor hala. gardırobunun yetmediğinden değil, kolaylık olsun diye. ben yine onu izliyorum. gözlerimde heyecan yok eskisi gibi, modern naftalin topları bile aynı kokmuyor sanki. küçük mavi bir hurç koyuyor önüme neden sonra. izmir'de kalmış birkaç parça yazlık eşyam içinde. hepsi yeni gibi, unuttuğum eteğim, özlediğim tişörtüm ve geçen yazlardan anılar bir bir düşüyor kucağıma. tuhaf bir melankoli o zaman, değişik hissediyorum. eski fotoğraflara bakmak gibi. her şey eskisi gibi, ama her şey değişmiş aslında. zamandan çok korkuyorum.

daha geçen seneki fotoğraflarımda bile o kadar farklıyım ki.
her geçen gün biraz daha durgunlaşıyorum sanki.
büyüyorum, sakinleşiyorum, olgunlaşıyorum.
mutluluk anlamaktır, demiş stephen hawking.
ben anlıyorum ve mutsuzum.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

beklemek o kadar garip bir şey ki.
zaman gibi.
farkında olmadan geçen yıllar ve saydığım saniyeler. nefesimi tutabildiğim 45 saniye ve 23 yıl yerin üstünde geçirdiğim. beklemekten yorulmadığım ve beklenene kavuştuğum an başka bir şey beklediğim; hatta neyi beklediğimi bilmediğim zaman dilimleri.

aylar olmuştu, evimden uzaktım. evim kabul ettiğim odalardan. çiçekli çarşaflarımdan, kırık duvarlarımdan, kütüphanemden, yeşil fayanslı banyomdan, çekmecelerimden. aylar içime işlemişti özlemekten. gün saydım dönmek için.
döndüğüm an anladım hiçbir şeyin değişmediğini o evde.
halının saçakları aynı, kulpu kırık kupam aynı, gardırobumun kapağı oynak. kitaplarım aynı şekilde sıralı, mumlarım aynı oranda yanık. aylar geçmemiş sanki, ev de durmuş ve beni beklemiş gibi. benim onu beklediğim gibi. içinde ben olmayan hareketlere rağmen, güneşe ve kara, kişilere ve zamana rağmen.

ev de insan gibi özler ve bekler mi?

12 Mayıs 2009 Salı

"the reader"


"I'm not frightened. I'm not frightened of anything. The more I suffer, the more I love. Danger will only increase my love. It will sharpen it, forgive its vice. I will be the only angel you need. You will leave life even more beautiful than you ended it. Heaven will take you back and look at you and say: Only one thing can make a soul complete and that thing is love."

1 Mayıs 2009 Cuma

şeyler

bazı şeyler değişir, bazı şeyler aynı kalır. bazı şeylerin değiştiğini kabul edemezken insan, bazı şeylerin aynı kaldığına inanmaz. ama değişebilen şeyler de önemlidir aynı kalan şeyler kadar.

bazı şeyler unutulur. bazı şeyler unutulmaz. bazı şeylerin unutulduğunu itiraf edemezken insan, bazı şeylerin unutulmadığına şaşar. nihayet unutulan şeyler de gerçektir unutulmayan şeyler kadar.

bazı şeyler konuşulur. bazı şeyler konuşulmaz. bazı şeylerin konuşulması gerektiğini düşünürken insan bazı şeylerin konuşulmaması gerektiğini savunur. ama konuşulmayan şeyler de değerlidir en az konuşulan şeyler kadar.