29 Nisan 2009 Çarşamba

bahar hakkında yazmak için geç kalmış sayılırım. ama bahar da geç kalır her zaman. ümidi kestiğimiz serin, sıradan bir sabah aylardır çıplak duran bir ağacın pembe beyaz çiçeğinde gösterir kendisini. ansızın.
endişe dolu bir mutluluktur o, sıkıntılı bir heyecan. karışık duygularla sürer gider bir zaman. güneşliyken hava yağmur bastırır birden. bulutların arasından güneş açar sonra yeniden.
ve her zaman kısadır bahar. yetmez hiç.

bu sefer de yetmeyecek, anladım.

25 Nisan 2009 Cumartesi

insanlık hali

ankara'da olduğum günlerde simen'le birkaç dost kitabevi çılgınlığı yaşamış, yine de kendime hakim, irademe hayran olmuştum. sade siyah albüm kapağından gözünü bana dikmiş teoman ve son albümü "insanlık halleri" vardı. "hayır, hayır, şimdi değil sonra" dedim. her şeyin zamanı vardır. bazı şeyler zamanından önce gelir, bazı şeyler zamanından sonra. yine de her şeyin bir zamanı vardır.
bugün 12 punto topuklarımın üstünde canım acımaya başlamışken teoman yine dikti gözlerini bana. doğru zamanmış, yanlış mekanmış düşünmeden aldım albümü. cumartesi gecesi ateşini yaktım göğsümün ortasında. "pijamalarımı giyerim, bir şişe şarap açarım, yatağıma girerim, dinlerim" dedim. radyoda duyduğum çoban yıldızı zaten yakalamıştı bir yerden beni. albümün kalanı da en az onun kadar iyi. her şarkı bir masal, bir öykü, bir roman. her şarkı başka bir dünya sanki. ve ben kendimi o dünyaların her birinde yeniden bulma lüksüne sahibim, evet.

"bir gün nehir yataklarına dolarsam, korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak."

"şimdi ölmek istemem
kalbine dokunmadan."

"bir şey olacağı yok ama
insan bekliyor... bekliyor işte."

"belki de her şey bitince
bir şey başlardı."

"aşk da basit, pişmanlık da, hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya fahişe."

"bugün parkta oturdum
seyrettim çocukları
yağmur düştüğünde
hiçbiri kaçmadı."

"ihtimalsiz bir hayal yok ki dünyada."

...

mavi kuş ile küçük kız, uçurtmalar falan. ve daha nice yazmış teoman, burda anlatamam.
çok sevdim ama.
candan duydum.
bayıldım.

21 Nisan 2009 Salı

bir gün kapı çalınır.
içerideki dışarıdakine "kim o?" der.
dışarıdaki yanıtlar: "benim."
"iki tane ben'e yer yok burda." der içerideki.
kapıyı da açmaz.
dışarıdaki tekrar gelir.
bu kez "senim" diye cevaplar soruyu.
ve kapı açılır.

20 Nisan 2009 Pazartesi

"anna karenina"dan

"şimdi bir köprüden sakin bir şekilde geçerken birdenbire köprünün yıkık ve aşağıda da bir uçurum olduğunu fark eden bir adamınkine benzer bir his duyuyordu. uçurum hayatın kendisiydi, köprüyse alexey alexandrovitch'in yaşadığı yapay hayat."

tolstoy

19 Nisan 2009 Pazar

a big cone of sadness

"bir şey için ne kadar çabalarsanız, o kadar beceremiyorsunuz." diye yazmış simen.
belki üstüne söylencek tek bir şey daha yok.

isyan da etmek istemiyorum, ama
herkes güzel göründüğümü söylerken neden boğuluyorum gözlerimdeki hüzünde?
neden zevk alamıyorum hiçbir şeyden?
herkes önüne bakarken neden yüzümü göğe çevirip kuşları kıskanıyorum?
ne zaman iyi olcak herşey?

bugün bir demet papatya aldım kucağıma, oturdum toprağa. seviyor sevmiyor, seviyor çıkana kadar dedim, ellerime ot kokusu sindi sonra. papatyaları bile ben inandırmaya çalıştım sevildiğime. sevgiden çok şey umuyorum belki de. insan ne yapsa değiştiremiyor özünü.

ama sözlerine bile küsebilir mi benim gibi, söylediklerinin anlamsız olduğunu böyle derinden fark edebilir mi insan?
televizyonda "bahar geldi" haberinde istanbul'u gördüğünde ağlayabilir mi?
ve benim gibi imkansızlık bahçesine ekilmiş umudun çiçek vermesini bekleyebilir mi sabırla?

mutlu görünmeye çalışmaktan sıkıldım ben.
günleri gecelere bağlamaktan, geceleri günlere eklemekten yoruldum.
ve kötü olan, tünelin sonunda ışık yok bu sefer.
şıklarda doğru seçenek yok.
çıkış yok.
yok.

15 Nisan 2009 Çarşamba

sevgilisinin doğumgünü hediyesini hazırlarken eli ayağına dolaşan bir adam düşünün,
ofiste çizgilerini renklendirmeye çalışan
kış ortasında güneş açmış olsun.
nice anlam yüklenmiş bir yüzük daraltılsın bir başka yerde
ölçü aldığı yüzüğü kızın hangi parmağına taktığına dikkat etmemiş olsun çocuk
serin bir yaz akşamı olsun o da.
yan yana oturmuş bir çift olsun, kumsalda
kumun içinde ayaklarıyla oynasınlar, gülerek
sımsıcak bir akşamüstü.
kıskançlığı, öfkeyi, hiddeti unutun
bir mum ışığı düşünün, titrek
el ele, diz dize, göz göze hep
herkesin bildiği, ama kimsenin anlamadığı bir dil konuşsun iki ağız
20 parmak kenetlenmiş olsun
aynı yastıkta farklı 2 saç
aynı tabakta 2 çatal ya da 2 tabak 1 kaşık
yer ve zamandan bağımsız
rio olsun, antananarivo ve/ veya İstanbul
karanlık ortaçağ ya da bugün-yarın olmazsa
bir tek pembe karanfil düşünün
sevdiceğe koşulan yolda buketten ayrılıp yere düşmüş
boynu kırık.

14 Nisan 2009 Salı

iki başına yalnızlık

“Gözlerime bak” dedin.
Gözlerine baktım. Gözlerinde gözlerim. Gözlerinde gözlerimdeki gözlerin. Yalnızım. Gözlerinde gözlerimden başka bir şey yok.
“Elimi tut” dedin.
Elini tuttum, sıcacıktı. Elinde elim. Parmaklarında parmaklarım. Yalnızım. Elinde elimden başka bir şey yok.
“Konuş” dedin.
Konuştum. Hayallerimden bahsettim, çocukluğumdan, uzak ülkelerden, sessizliğin güzelliğinden. Gözlerinde gözlerim, elinde elim, kulaklarında sesim. Yalnızım.
“Sus” dedin.
Sustum. Önce sesim kayboldu. Elim elinden çekildi. Sonra gözlerim gözlerinden. Başımı omzuna dayadım.Uçup konan güvercinlere baktım. Güvercinler, uçup konan. Başım omzunda, sıcacık. Yalnızım.

Sen de yalnızsın. Düşündün; ama söylemedin. Dudağında kırık bir gülümseme, güvercinleri besledin. Sana baktım, yüzünün çizgileri apaçık ortadaydı. Konuştun, duymadım. Yalnızım. Yalnızsın.
Hava çok soğuktu. İyice sokuldum sana. Hoşuna gitmediğini bildiğim halde koluna girdim. Başım omzunda. Yaşlı bir ağacın altındaki bir banka oturduk. Ağaç yalnız, bank yalnız, biz yalnız. Sokak sessiz. Sen güvercinleri izledin, ben seni. Güneş yoktu. Ben bulutları izledim, sen beni. Şehrin üstündeki kederli örtüye sarındık. Bizi örttü. Elmayı ve armudu. İyiyi ve kötüyü. Umudu ve korkuyu. Sevgiyi ve öfkeyi. Sıcacık.

“Sev” dedin.
Sevdim. Sende sevgim. Sende sevgimdeki sen. Yalnızım. Sende sevgimden başka bir şey yok.

10.12.07

13 Nisan 2009 Pazartesi

yara


"her yara kendi ışığını saçar
der cerrahlar
bütün lambalarını söndürsen evin
pansuman yapabilirmişsin yaraya
kendinden ışıyanla."

anne carson - "kocanın güzelliği"

düşünürdüm çok
hayal etmenin hayal olmadığı zamanlarda
hep yağmurlu günlerde ve güneşli sabahlarda
bir yaram olsa kabuğunu sana verirdim elbet o zaman
eskiden öyle yaparmış aşıklar
yazık şimdi
artık ne ben kanıyorum
ne sen
insan canının acımadığına
ancak bu kadar üzülebilir, inan
sıkılma ama
güneş battığı zaman yıldızlar parlar.

her gören ağladı, kalbini bağladı

haftasonu ankaradaydım.
görüntüde marka zirvesine katılmak için, özünde simen'le kavuşmak, söz oldukça acı azılır'ı bir kez daha kanıtlamak, tebdil-i mekandaki ferahlığı görmek için gitmiştim.
zamanın akıcılığını, günlerin kısalığını, yerinden kalkmadan konuşan kırmızı saçlı kadını, pahalı taksileri sevmedim.
ama bilkent üniversitesi'ni sevdim, güldüm, eğlenceli insanlarla tanıştım, profesyonel anlamda motive oldum, çimenliğe bakan bir yurt odasında kaldım, gerçekten çok güldüm, güzel yemekler yedim, dertleştim, yalnızlığımı kabullenmiş olsam da yalnız olmadığımı hissettim.
(aşk markalarını communiquer ettim bebişim :)
hayatın küçük, spontane gelişen olaylarını; 5. dakikayı beklemeden gönlünü açan insanları, arjantin yokuşunu, yorgunluk şarabını, dost kitabevini, bilkent'in ringini ve baharı sevdim.
hala ismini öğrenememiş olsam da her yerde gördüğüm pembe çiçekli, yapraksız ağacı sevdim. aylarca kıpırtısız durmuş çıplak dallarını pembe çiçeklerle donatmış o cesur, sessiz, umutlu ağacı.

9 Nisan 2009 Perşembe

uğurböceği

geçen hafta bir uğurböceği kondu ofisteki camıma, içeri alamadım onu o sırada, talihsizliğime yandım. bir uğurböceği vardı evet, çok yakındı. parmağımda tutup dilekler dileyebilirdim, şansıma inanarak şarkı söyleyip rüzgara salabilirdim. ama yapmadım. camın diğer tarafındaydı.
sonra yağmur fırtına oldu. rüzgar sert esti, cama vurdu damlalar. ben bir an uğurböceğini hatırlayıp irkildim.

biraz önce dertli dertli körfeze bakarken bilmemkaçıncı kez, uğurböceği kondu cama. pencereyi açamazdım. işaret parmağımı camın üstünden bastım, gözlerimi kapattım, dileklerimi diledim ve uçurdum uğurböceğimi.

uç uç böceğim
annen sana terlik pabuç alacak.

6 Nisan 2009 Pazartesi

"iklimler"den

"daha mutlu olmasını istediğimiz bir geçmişi yadsıyarak onu yeni karşılaştığımız insanlar için değiştirebileceğimizi ummamız bu insanların çekiciliğinden ileri gelir."

"kadınlar bedenlerini nasıl verirlerse, erkekler de ruhlarını öyle verirler: bölge bölge, en açıktan en gizliye doğru."

"yaşam hepimize aşkta alçakgönüllülüğün kolay olduğunu öğretir. bazı bazı en nasipsizler beğenilir; en çekiciler başarısızlığa uğrar."

"erkeklerin beğenileri, yaşamlarından gelip geçmiş kadınların bulanık , birbirine karışmış imgelerini sakladığı gibi, kadınların kafası da kendilerini sevmiş olan erkeklerin birbiri ardına getirdiği tortulardan oluşmuştur, çoğu zaman bir kadının bize çektirdiği korkunç acılar, başka birinde uyandırdığımız aşkın dolaylı yıkımının nedeni olur."

"en güzeli, onunla birlikte olunca, o olmayan herşeyi küçümsemem, onun da ben olmayan herşeyi küçümsemesi."

"biz gerçek olduğuna inandıktan sonra, aldığımız haz yalancı olmuş olmamış, ne çıkar..."

"belki de insanları en çok bölen şey, kimilerinin herşeyden önce geçmişte, kimilerinin de yalnızca içinde bulundukları anda yaşamalarıdır."

"bir kadının bizde uyandırabileceği düşkırıklıklarının en kötüsü, bizi rakiple düşkırıklığına uğratmasıdır."

"kadınlar birer büyük çocuktur. masal duygularını yitirmemişlerdir. hem onlar için gerçek yaşamın çerçevesi öylesine dardır ki, hep sıyrılmak isterler bundan."

"insan, karşısındakinin tüm yaşamını durmamacasına yenilenen bir zenginlikle doldurmasını bilmiyorsa , sevilen varlığı kendimize bağlamamız için büyük bir aşk yetmez."

"elimdekinden fazlasını yitirdim."

"bana hepsinden korkunç gelen şey, bir gün hiç kuşkusuz acımın da öleceği."

"çok iyi, yani şöyle böyle giden bir aşk zordur, ama yürümeyen bir aşk cehennemdir."

"sizde sevdiğim: sizde sevmediğim."

"bir hanım şövalye b.'ye şöyle diyormuş: 'sizde sevdiğim... ah, madam diye sözünü kesmiş adam, neyimi sevdiğinizi biliyorsanız, yandım...'"

"yaşamı daraltan, onu herkesle paylaşmaktır."

"mutluluk hiçbir zaman kımıltısız değildir, mutluluk kaygı içinde bir duraklamadır."

"duygularımız duygularımızın heykelleridir çoğu zaman."

"kusursuz bir kadın vardır. yanlış. yanyana iki insan, dalgaların oynattığı iki kayık gibidir; gövdeleri çarpıştıkça inler."

andré maurois

there is always hope.













bir çiçeğin en güzel koktuğu zaman solmaya en yakın olduğu zamandır.
kuşların şarkıları en iyi gecenin sessizliğinde duyulur.
ve deniz en sıcakken, mevsim sonbahardır.

istanbul film festivali'ni ikinci kez kaçırıyorum. geçen sene londra'daydım, bu sene izmir'deyim, seneye kimbilir neredeyim. birkaç sene önce nasıl heyecanla bilet aldığımı, tüm günlerimi taksim'de geçirdiğimi hatırlıyorum, özlüyorum üstelik. akbank sanat'ın yaptığı reklam da bir damla yaş parlattı gözpınarımda. 1 senede değişen ve değişmeyen şeyler üstüne düşündüm. 1 senede çok şey değişti ve hiçbir şey de değişmedi aslında. daha buruk, daha olgun, daha sessiz, daha sakinim. değişmeyen şey umut. küçülüyor, büyüyor bazen ama değişmiyor işte. birçok şey söylendi, birçok kez susuldu 1 senede. şaşkınlık, üzüntü, sevinç, pişmalık, özlem, nefret her türlü. ama değişmeyen şey umut.

elimde olmadan önünden geçtiğim apartmanlardaki kiralık ve satılık daireleri izliyorum. bir an bile olsa oralarda yaşamanın nasıl bir şey olacağını düşünüyorum. manzarayı, ışığın nasıl gireceğini odalara, tavanın yüksekliğini, evin kokusunu ve balkonları. bir ev düşlüyorum hep ve merak ediyorum hangi evde geçireceğimi ömrümü.

1 Nisan 2009 Çarşamba

kırılmış bir oyuncak gibi renkler


jehan barbur'u dinlemeye başladığım andan itibaren başka bir şey dinleyemedim, doyamadım. sevdiği şeyin tükenmesinden korkmasına rağmen sonuna kadar sahip olmak, özümsemek ister insan ya, aynen öyle. bayıldım. bayıldım. bir kuş gibi sesi, biraz bülent ortaçgil, acıklı bir gülümseme. uyku ile uyanıklık arası, yüzü güzel, içi güzel insanlar gibi. dinliyorum ve düşünüyorum. ben burdayım ve bu anda. bir tek sardunyalar eksik, sokakta oynayan çocukların sesi, bir dost sohbeti, papatya çayı, mumlar. gençlik, bahar ve zaman hakkında konuşmak. çok şey eksikken daha bir tam hissetmek gibi. jehan barbur'un sitesindeki hakkında kısmına yazdığı gibi;


"uzun uzun yürünür, uzun uzun konuşulur. ne varılır bir yerlere ne de dönülür geriye. ama hayatımda ihtiyacım olan tek şey istediğim her an geri dönebileceğimi bilmektir sevdiğim şehirdeki en sevdiğim eve. ne doyduğum ne de doğduğum… nefes alıp “ben” olduğum."