31 Mart 2009 Salı

odile, çelimsiz nehir

"from too much love of living,
from hope and fear set free,
we thank, with brief thanksgiving,
whatever gods may be,
that no life lives forever,
that dead men rise up never,
that even the weariest river
winds somewhere safe to sea."

açık renkli elbiseler giyip yabancı şehirlerin sokaklarında dolaşmak, eski kitapçıları gezmek ve içinde tek bir çiçek olan vazonun kırdığı ışıkta koltuğa uzanıp okumak onları, somut şeyleri severek yaşama tutunmak, şen kahkahalar atarak aşkın peşinden koşmak, dur/a/mamak, kederli sevinçler biriktirmek, gülleri ve kışı sevmek, güzel sözler söylemeden, sadece havadan bahsederek aşk ilan etmek, güzel bir akşamda şampanya içerek ölümünü duyurmak, ölümünü gerçekleştirmek ve çekmecede saklamak resimleri, ellerini başının üstüne alıp düşünmek, düşünmek, sevmek ve ölmek. odile olmak ve odile gibi, bir çelimsiz nehir.

29 Mart 2009 Pazar

such great heights

bir gün vardı londra yağmurunda yürüyordum, yol yakın diye açmamıştım şemsiyemi,
bir öğleden sonra odamda yerde oturuyordum, çok sıkılmıştım,
bir gece elimde viskimle tanımadığım genç insanlar arasında dans edip dönüyordum,
bir öğlen sevgili shuffle bana iyilik yapmıştı,
bir akşam kederliydim, makyaj yapıyordum,
bir sabah sinirli sinirli bacağımı oynatıyordum,
bir zaman vardı, zamanı düşünüyordum.

bütün bu zamanlarda such great heights vardı, bir zaman sonra herşeyi sisli ama şefkatle hatırladığımı farkediyordum.

"they will se us waving from such great heights
"come down now" they'll say
but everything looks perfect from far away,
"come down now", but we'll stay."
"sonsuz olanı buradan başka yerde ararız her zaman;
her zaman, varlığın bakışını
şimdiki durumdan ve şimdiki görünüşten başka şeye yöneltiriz;
ya da, sanki her an ölmek ve yeniden yaşamak değilmiş gibi,
ölümü bekleriz.
her an yeni bir yaşam sunulur bize.
bugün, şimdi, hemen,
tutabileceğimiz tek şey budur."

alain

ilkbahar

gündoğumu
yastıktaki çukur
çağla badem
kayısı çiçeği
kırmızı peçete
beyaz şarap
keloğlan çiçeği
deniz levreği
kesik ot kokusu
annesini kaybetmiş kuzu
köz
güneş
incir ağaçı
pişmiş soğan
erkek sülün
sıkılmış bir çocuğun iç çekişi
papatya
sahilde sarılmış sevgililer
hüzün
eski şarkılar
hüzün
yaşüzüm rakısı
özlem
günbatımı
eksiklik
esriklik

27 Mart 2009 Cuma


"... aşk, sevgilinin ötesine de gider. İşte bu sebeple, yüzden karanlık bir ışık süzülür. Bu ışık, yüzün ötesinden, henüz olmayandan, asla yeterince gelecek olmayan, olanaklıdan daha uzak bir gelecekten gelmektedir. Aşkın olandan alınan keyif - neredeyse çelişkili bir deyiştir bu; aşk ne duyumsama olarak yorumlandığı erotik konuşmada ne de onu aşkın olanı arzulama düzeyine yükselten tinsel dilde hakikatle söylenemez. Ötekinin kendi ötekiliğini koruyarak bir ihtiyaç nesnesi olarak görünme olanağı veya ötekinden keyif alma olanağı, aynı anda söylemin hem berisinde hem de ötesinde yer alabilme olanağı, muhatabının aynı anda eriştiği ve aştığı bu konum, ihtiyacın ve arzunun, kösnül isteğin ve aşkınlığın bu eşzamanlılığı, dile getirilebilir olan ile getirilemez olanın birbirine teğet geçmeleri, burada, tam anlamıyla müphem olan erotiğin özünü oluşturur. "

Emmanuel Levinas

26 Mart 2009 Perşembe

medial insula bebeğim

Aşkın, beyinde muhakeme yeteneğini çalıştıran bölümü etkisiz hale getirdiği, beyindeki kimyasallardan serotoninin aşıklarda ve saplantılı kişilik bozukluğu olanlarda aynı seviyede olduğu belirlendi.
İnsanoğlunun en güçlü ve coşkulu ruh hallerinden olan aşkın nörolojik temellerini araştıran nörologlar, bu sevgi ve arzunun yoğunluğunu ölçtüler. Londra Üniversitesi Nörobiyoloji profesörlerinden Semir Zeki, fonksiyonel MRI kullarak yaptığı araştırmada, 17 kişiye önce sevdiği kişinin, ardından da arkadaşlarının fotoğrafları gösterilerek, serebral kan akışları izlendi. Araştırmada insana müthiş mutluluk ve haz veren aşkın, kişilerdeki ”muhakeme yeteneğini yitirdiği” ve "saplantılı kişilik bozukluğuna” neden olduğu ortaya çıktı.
Araştırmaya göre, aşk, beyinde güven, inanç, haz duyma ve ödüllendirme fonksiyonlarını etkinleştiriyor. Aşık olanlarda oksitosin ve vazopressin maddeleri fazla salgılanıyor ve bu da karşıdaki kişiye olan bağlılığı artırıyor. Depomin motivasyon artışına, mutluluk, heyecan, uykusuzluk, kalp çarpıntısı ve nefes darlığına neden oluyor. Norepinefrin de heyecan ve enerji düzeyini artırırken, uyku ve iştahı kaçırıyor.
Aşk, insan beyninde muhakeme ve yargılama yapan bölümleri de etkisiz hale getiriyor. Aşık olan kişiler, sevdiklerine karşı muhakeme yeteneğini kaybediyor. "Aşıkken tamamen kör oluyor” ve aşık olunan kişinin olumsuzlukları beynin bu bölgelerinin çalışmaması nedeniyle görülemiyor.
Beynin ‘zihin teorisi’ olarak adlandırılan ve başkalarıyla farklılıklarını ortaya koyan mekanizması da aşık olunca devreden çıkıyor. Bu nedenle kişiler aşık olduklarıyla aralarında bir ayrım yapmıyor ve onu kendisi gibi görüyor.
Araştırma, aşkın, insanları nasıl saplantılı hale getirdiğini de açık şekilde ortaya koyuyor. İnsanların beynindeki kimyasallardan serotonin seviyesi aşık olanlar da, saplantılı (obsesif kompülsif bozukluğu) kişilerinkiyle aynı seviyede bulunuyor.
Aşk bir yandan kişiye huzur ve güven verirken, diğer yandan ayaklarını yerden kesiyor. Beyindeki ‘medial insula’ bölümü aşkla aktive oluyor. Agresif davranışlarla ilgili bu bölüm aşık kişilerde çalışıyor ve anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yarıyor. Aşk, duygulanım, dikkat, motivasyon ve hafıza ile ilgili beyin alanlarını aktif hale getiriyor. Bu yapıların aktifleşmesi, stresin azalmasına neden oluyor.
Sinir hücreleri arasında hedeflere uygun bağlantıları etkileyen uyarı maddelerinden sinir büyüme faktörü de (NGF) aşkın süresini biçiyor. Ellerin terlemesine ve heyecanın yükselmesine de neden olan NGF değeri tutkulu aşkın ilk zamanlarında yükseliyor. Araştırmada insanın doğası itibarıyla bu tutkuyu sürdüremediği ortaya çıkıyor ve arzunun şiddetiyle doğru orantılı artan NGF değeri en fazla 3 yıl sonra azalıyor.
Aşık olan kişilerde ‘özgür iradenin’ yok olduğunu vurgulayan Zeki, zengin kızın fakir gence aşık olabildiğini belirterek, ”Böylesi durumlarda anne-babalar, arkadaşlar olarak biz rasyonel şekilde muamele etmeye çalışıyoruz. Bu durumda nasihat vermek çok saçma ve vakit kaybı. Bu duruma tahammül etmek gerek. Aşk rasyonel olmadığı için böylesi bir durumda bizim tepkimiz de rasyonellik dışı oluyor” diye konuştu.
Zeki, ”Aşk bir hastalık ama tedavi etmeye gerek yok. Hayatınız boyu devam etmesini istediğiniz bir hastalık. Arzu edilen bir felaket” dedi.
Kadınların, aşkta erkeklere göre daha itinalı ve çok daha verici olduğunu belirten Zeki, erkeklerin ‘karşılıksız alma ve sürekli tüketme’ derdinde olduğunu savundu.
Kadınların psikolojik açıdan erkeklere oranla çok güçlü olduğunu ifade eden Zeki, kadınların aşkının daha uzun sürdüğünü, ancak vazgeçtikten sonra da daha kolay unuttuklarını söyledi.

kaynak: http://saglikbilgisi.gen.tr

23 Mart 2009 Pazartesi

reminder

istanbulda olmak için bin türlü delilik yapabilceğim bir gecede,
fairuz derinbulut konserinde,
ali tekintüre'nin hatırlattığı gibi;

''bize gelenler uzaktan gelmedi. başımıza ne geldiyse yakınımızdakilerden geldi.''

sabah 10 rakısı gibi, körfez manzaralı.

20 Mart 2009 Cuma

o değil de
yazmak istediğin bir şeyi yazmaya üşendiğin zaman
anlaşılır ki
gerek yokmuş yazmana

yazmak değil de
konuşmak ister bazen insan
karşısındakinin dirseklerine dokunarak
ve bakarak gözlerine
dudaklarına

her şey için çok geç demek için
asla çok geç değildir

bahar ansızın gelmez
kışın içinde bile vardır hayali
ve bilinir güzelliği kiraz çiçeklerinin
bu yüzdendir ki
hiç zor değildir beklemek

keşke'lerle kurmaktansa hayatı
inanmak güzelin geleceğine
saracağına inanmak, sonsuz sıcaklığına
ve izlemek günleri
nefes biriktirerek ona fısıldayacağın şarkılar için
bir gündoğumu
ya da bir günbatımı.

14 Mart 2009 Cumartesi

yankı yazgan

9 Mart 2009 Pazartesi

ella'nın duası

"Aşk, ella'nın ömrünün o durgun gölüne gaipten düşüveren bir taş misali indi. Ve onu sarstı, silkeledi, darmadağın etti.
Bir taş nehre düşmeyegörsün, pek anlaşılmaz etkisi. Hafiften aralanır, dalgalanır suyun yüzeyi. Belli belirsiz bir tıp sesi çıkar; duyulmaz bile akıntının ortasında, kaybolur uğultuda. Hepi topu budur olduğu olacağı.
Ama bir de göle düşsün aynı taş... Etkisi çok daha kalıcı ve sarsıcı olur. O taş var ya o taş, durgun suları savurur. Taşın suya değdiği yerde evvela bir halka peyda olur; halka tomurcuklanır, o tomurcuk çiçeklenir, açar da açar, katmerlenir. Göz açıp kapayıncaya kadar, ufacık bir taş ne işler açar başa. Tüm yüzeye yayılır aksi, bir bakmışsın ki her yeri kaplamış. Çemberler çemberleri doğurur, ta ki en son çember de kıyıya vurup yok oluncaya dek.
Nehir alışkındır karmaşaya, deli dolu akışa. Zaten çağlamak için bahane arar ya, hızlı yaşar, çabuk taşar. Atılan taşı içine alır; benimser, sindirir ve sonra da unutur kolaylıkla. Karışıklık onun doğasında var, ne de olsa. Ha bir eksik ha bir fazla.
Gel gelelim göl hazır değildir böyle aniden dalgalanmaya. Tek bir taş bile yeter onu altüst etmeye, ta dibinden sarsmaya. Göl taşla buluştuktan sonra bir daha asla eskisi gibi olmaz, olamaz."

ve bir dua dökülür gölüne taş düşmüş ella'nın dudaklarından, daha çok ellerinden:

"Ya aşkı öğret bana, ya da aşkın yokluğuna üzülmemeyi."

elif şafak

8 Mart 2009 Pazar

hopeless emptiness

"the hopeless emptiness? now, you’ve said it. plenty of people are on to the emptiness, but it takes real guts to see the hopelessness... wow." - revolutionary road

richard yates’in romanından uyarlanan revolutionary road beni çok etkiledi. düşünmeden, sorgulamadan duramıyorum.
iki insanın birbirlerini harcamadan sıradan olanın, yani sistemin, dışına çıkmaları mümkün mü? ben cevap veremiyorum, korkuyorum, inancımın sarsılmış olduğunu görmek canımı acıtıyor. hikaye hep aynı, zamansız ve mekansız mastar halinde devam ediyor: genç, güzel ve birbirine aşık olmak, özel olduklarına ve hayatlarına kendi idealleri doğrultusunda yön vereceklerine, çok mutlu olacaklarına inanmak. sonra zaman, dünya ve insanın akışının aleyhe çalıştığını görmek. istemedikleri insanlar olduklarını fark ettikleri an can çekişmek ve kaybetmek.

hayatı istediğimiz gibi, olması gerektiğini bildiğimiz biçimde yaşayamıyoruz. eninde sonunda zamanla içi boşalan iyi niyetli hayaller, asla verilmemiş sözlere bağlanan umutlar ve kırıklık kalıyor elimizde. hep aynı umutsuz boşluk. umutsuz, boş. hep, aynı. biz bu boşlukta oyalanıyoruz ve yalanlar söylüyoruz. sahte gülümsemelerle, değişen kıyafet ve maskelerle kalabalığa karışıyoruz. yalanlarda ustalaşıyoruz üstelik. en çok da kendimize söylediklerimizde.

April: "Tell me the truth Frank, remember that? We used to live by it. And you know what’s so good about the truth? Everyone knows what it is however long they’ve lived without it. No one forgets the truth Frank, they just get better at lying."

6 Mart 2009 Cuma

smile

http://fizy.org/yACbI1A_gN@d

bugüne kadar "mona lisa smile"ı neden ve nasıl izlemediğimi düşünüyorum, bir de kadın olmaktan ne kadar mutlu olduğumu.

"çılgın kalabalıktan uzak"tan

"kimileyin bir şeyi yakından ve uzun uzun inceleme fırsatımız olsa da, onu gözle değil yürekle görürüz, yüreğimizin isteğine göre biçimlendirir, renkler ekleriz."

"insan, vazgeçmek için kendini zorladığı şeye aynı ölçüde sadık kalıyor."

"genç kızın gidişiyle oak'a gösterdiği çare olan ayrılık, belli yaradılıştaki insanlarda umulan sonucu veriyorsa da; diğer insanlarda, hele ki sevgileri olağan ve durgun görünse de köklü ve kesintisiz olan insanlarda, uzaklardaki sevgilinin kusursuz bulunması sonucunu doğurabilir."

"uzun uzun düşünüp bir plan yaparak, onu uygulamaya koymak için uygun zamanı beklemektense, her şeyi talihe bırakıp ne denk gelirse rıza göstermek, ne yapacağını ona uygun düzenlemek daha iyidir."

"felaketler insanın korku duygusunu işlevsizleştiren en iyi ilaçlardır."

"insanlar bir şeyin tekrarlanacağına öyle inanırlar ki, bu duygu onlarda bir kesinlik halini alır."

"erkeğin en saf olduğu zamanlar, sevdiği ya da sevmekte olduğu kadının cazibesini dinlediği zamanlardır. bir çocuk bile bir şey söylese, bir bilgenin fikirlerini dinler gibi dinler. artık içi rahattır."

"her devinim, her bakış, her sözün bilinen anlamı dışında sırları olması gerekirdi."

"bir kötülüğe izin vermeme arzusunun vaktinde duyulduğuna az rastlanır."

"aşkı ideal haline getiren büyük yardımcılar burada hazırdı: onu tesadüfen, kimi zaman uzaktan görmek, onunla kişisel ilişkisinin olmaması, göz tanışıklığı olması, söz yabancılığı çekmesi. sevenle sevilenin birbirlerini ziyaret edecek halde olmaması, tavır ve davranışlardaki maskeler."

"sessizliğin bazen tuhaf bir özelliği vardır; duygunun çerçevesinden kurtulmuş, aylak, çıplak bir ruha benzemek. öylesi anlarda sözlerden daha etkilidir."

"en temiz sevgilerin, en eşsiz sunumları hiçbir zaman eliaçıklıktan kaynaklanmaz, yalnızca benliği doyurma arzusundan kaynaklanır."

"karşılıksız bir sevginin bilinçsiz hareketlerine katlanılabilir; insana keder ve iğreti bile verse. çünkü hakarette bir utku, mücadelede bir hoşluk vardır."

"genç kadına güçlü bir zincirle değil, koparıp bozmaktan acı duyduğu hoş bir iplikle bağlıydı."

"cisimlere renklerini verenin soğurdukları değil, yansıttıkları ışıklar olduğunu öğreniriz. aynı biçimde insanlar da kin ve düşmanlıklarıyla renklenirler. özellik olarak iyi niyet hiç dikkate alınmaz."

"anımsama bir beceri değil, bir hastalıktır; ve beklemekse biricik rahat biçiminde, inanç halinde, hemen olanaksız bir şey olduğu gibi, umut ve tali oluşumlar sayılan sabır, merak ve karar, zevk ve acı arasındaki sürekli bir dalgalanıştır."

"yapma olanağının sınırlanması, bundan zarar gören için kayıp değildi. bir şeye hiçbir zaman sahip olmamış bulunmak, o şeyden mahrum olmak anlamına gelmez."

"-beni ancak geçen gece gördünüz.
-bunun önemi var mı? yıldırım da işini çabuk görür."

"aşk koşullara boyun eğer."

"kadınlarda, erkeğin çözümleyemediği anlamsızlıklar içinde en tuhafı, kadının yalan olduğunu bildiği iltifatlara inanma konusundaki şaşılası özelliktir; elbette doğruluğundan emin olduğu eleştirilere karşı alabildiğine kuşkulu davranışı dışında."

"insanoğlu kendi kendisiyleyken bile, üstüne iki kez yazı yazılmış bir kağıt gibidir: bir görünen yazı vardır, bir de altta kalan yazı."

"moral gücünü tek yöne gitmeye ayıran birinin dönüş için gücü ve isteği kalmaz."

"aşk katı gündelik gerçeklerin arasındaki çatlaklarda filizlenir."

thomas hardy

5 Mart 2009 Perşembe

ne olurdu birazcık güneş olsa.
kendimi iyi hissetmeye ihtiyacım var.
yine de körfezin dalgacıklarına dalmak, vapurları izlemek güzel şey.
insan geçmişini sorgulamaktan öte hatırlıyor böyle zamanlarda, gelecek günlerin neler getirceğini düşünüyor bir de.
son umut bile umuttur ya, öyle.

öğlen vakti rakı içmek istiyorum şimdi.
dertli dertli, bir roman kadını gibi yarım gözlerle hayattan söz etmek istiyorum.
açılan ve kapanan, kapanan ve açılan kapılardan, kapı aralıklarından, pencerelerden ve perdelerden konuşmak.
iyilik ve güzellikle anmak insanları.
bir şeyin bitişi gibi değil, devinimli başlangıçlar gibi zamanı düşünmek.
zenginleşerek güzelleşen, dallandıkça uzaklaşan bir şey.
üstünde pembe mor çiçekler taşıyan fidan, yanar döner bir kelebek, suyu eskimiş bir vazo, kuş kanadı zaman.

3 Mart 2009 Salı

güneş gözüme giriyordu sabah, şimdi battı.
ağladım, sonra geçti.
yorgunum, uykum var, içim sıkkın.
"çılgın kalabalıktan uzak"ı da bitirdim.
üstüne ne okumak yaraşır bilmiyorum.
gün sayıyorum ama ne için, onu da bilmiyorum.

bu da böyle bir günmüş.